SORUMLULUK BİLİNCİ
Sorumluluk, kişinin üstüne aldığı, yapmak zorunda bulunduğu ya da yaptığı bir iş için gerektiğinde hesap verme durumudur şeklinde tanımlanabilir. Bu tanımdan hareketle düşünüldüğünde, yeryüzünde kendi tercihi ile yükümlülük altına giren, girmesi gereken, yaptıklarından veya yapmadıklarından sorumlu tutulan yegâne varlık insanoğludur. İnsanı yaratan Allah sübhân ve teâlâ, yine insana yaratılış gayesine uygun yaşamasını emretmiştir. İşte bu gaye çerçevesinde yaşama gerekliliğine sorumluluk bilinci diyoruz. Nitekim Hak Teâlâ, Kerim kitabında bu sorumluluğu mahiyetini tam olarak bilmediğimiz bir şekilde akılla donatılmış olan insanın yüklendiğini şöyle bildirir:
“Şüphesiz Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar, onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir” (Ahzab, 33/72).
Yukarıda işaret edildiği üzere insan, yeryüzünde sözü dinlenen, istekleri, emirleri yerine getirilen, işaretleri bile dikkate alınan ve kendi adına iş gören bir yetkilidir. Şu ayet, bu durumu ifade eder:
“Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, ‘Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ buyurdu” (Bakara, 2/30).
Bununla beraber Yüce Allah, insanı yüksek meziyetlerle bezeyip donattığını ve onu diğer birçok yaratılmışlardan üstün kıldığını çok veciz bir şekilde belirtmiştir:
“Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık” (İsra, 17/70).
Yine Tîn Sûresi’nde, “Yemin olsun incire ve zeytine; Sînâ Dağı’na; Ve şu güvenli beldeye (Mekke)! Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlar başka; onlar için kesintisiz bir ödül vardır. Artık bu kanıtlardan sonra (ey insan!) sana dini inkâr ettiren şey nedir?! Allah hüküm verenlerin en âdili değil midir?!” (Tin, 95/1-8). Elhak, Allah sübhân ve teâlâ hüküm verenlerin en âdilidir. O bizim yaradanımız, bizler de O’nun kullarıyız; O’na iman eder, O’na tevekkül eder, O’na dayanırız.
“Bu âyetler bağlamında insana Allah tarafından verilen en güzel ve en mükemmel biçim ve yapıyı, bu sayede insanın, yeryüzü varlıkları içinde gerek fizyolojik gerekse ruhsal ve zihinsel yetenekler bakımından en mükemmel ve en seçkin canlı olarak yaratılmış olmasını ifade eder. Yaratılmışların en mükemmeli olan insanda bulunan –âyetteki deyimiyle– bu güzelliğin kaynağı, Allah’ın onu kendi eliyle yaratıp ruhundan üflemesi (bk. Sâd 38/72, 75), “kendi sûreti üzere” (kendi sıfatlarından ona –insanlık düzeyinde olmak üzere– lütufta bulunarak) yaratması (bk. Buhârî, “İsti’zân”, 1; Müslim, “Birr”, 115), onu yeryüzünde halife kılması (bk. Bakara 2/30; bilgi için bk. Süleyman Uludağ, “Ahsen-i Takvîm”, DİA, II, 178) vb. lütuf ve inayetleridir. Müfessirler Allah’ın insandan daha güzel mahlûku olmadığı kanaatindedirler. Zira Allah insanı canlı, bilen, irade sahibi, konuşan, işiten, dinleyen, gören, düşünüp tedbir alan, hikmetle hareket eden ve bütün bu özellikleri sayesinde fizik bakımdan kendisinden daha güçlü varlıklar üzerinde bile hâkimiyet kurabilen, kültürler ve medeniyetler geliştirebilen bir varlık olarak yaratmıştır ki, bütün bu vb. sıfatlar aynı zamanda ilâhî sıfatların bir kısmının ondaki yansımaları, tecellileridir (krş. Şevkânî, V, 546).”[1]
“Sonra onu aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn) indirdik” ifadesini müfessirler iki türlü yorumlamışlardır:
a) İnsanın aşağıların aşağısına indirilmesi, onun bedensel ve zihinsel gelişmesini tamamladıktan sonra fizyolojik ve psikolojik olarak gerilemeye başlaması; algı, hâfıza ve düşünme kapasitesinin ve fonksiyonlarının gittikçe zayıflamasıdır. Nitekim başka âyet-i kerîmelerde bazı insanların güçlendikten sonra “erzel-i ömür” denilen ömrün en zayıf ve sıkıntılı çağına eriştirileceği ifade buyurulmuştur (bk. Hac 22/5). Yaşlanma, müminler için de inkârcılar için de geçerli olan kaçınılmaz bir durumdur. Buna göre 6. âyet, inanıp iyi işler yapan yaşlı kimselerin, itaatlerinden dolayı kesintisiz ödül alacaklarını, bedenen ve zihnen gerileseler bile mânen ilerleyeceklerini ifade eder.
b) Bu ifade, yaratılış amacına uygun hareket etmeyip ahlâkî değerleri hiçe sayan ve en güzel biçimde yaratılmış olmanın şükrünü yerine getirmeyenlerin cehenneme indirileceğini gösterir. Bize göre “Sonra onu aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn) indirdik” ifadesiyle şu gerçek ortaya konmaktadır: İman etmeyen ve sâlih amel (iyi, erdemli, dünya ve âhiret için yararlı işler) yapmayan kimseler, Allah Teâlâ’nın insana verdiği, onu yaratılmışların en mükemmeli kılabilecek imkânları verimli ve doğru bir şekilde kullanmadıkları veya kötüye kullanmış oldukları için, hayatın başlangıç noktasından ileriye doğru gitmek, kesintisiz gelişme ve ecir alma imkânından yararlanmak yerine geriye, insandan geri canlılar âlemine doğru gitmiş, alçalmış olacaklardır.”[2]
İşte bu özellik ve üstünlüğü ile insan, insanlık mertebesinin sorumluluğunu üzerine alarak diğer varlıklardan ayrılmıştır. Ancak yine yukarıdaki âyetlerden anlıyoruz ki, bu yaratılış gayesine uygun davranmayarak sorumluluğunun bilincine varmayan insan, aşağılıkların en aşağılığı konumuna inecektir.
“İnsanın yüklendiği emanet, akıl, irade ve iradeyi serbestçe kullanma sorumluluğudur. Ayetin son cümlesi ile bu sorumluluk vurgulanmakta ve onun hayır ve şer arasındaki seçimini olumlu yönde yapmadığı takdirde, kendisi ve çevresi için, cahilane bir zulüm işlemiş olacağı da hatırlatılmaktadır. Şüphe yok ki insan, bu üstünlüğünü, kendi çabasıyla elde etmiş değildir. Onun nesi varsa, hepsi Allah vergisidir. Dolayısıyla insan, sorumluluğunun bilinciyle yaşamalı, Yüce Allah’ın onu yükümlü kıldığı görevleri, akla ve hikmete uygun bir surette yerine getirmelidir. Onun sorumlu olduğu görevler ise; başta Allah’ın var ve bir olduğuna, ortağı ve benzeri olmadığına, Hz. Muhammed’i (s.a.v) O’nun elçisi olarak bilmesi, Allah’tan vahiy yoluyla alıp bize bildirdiklerine inanması ve O’nu kendisine örnek alarak, sünnetine uyması, İslâm dininin emirlerini yerine getirmesi, yasaklarını işlememesi, yeryüzünü imar etmesi, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmesi gibi esaslar, ibadetler ve görevlerdir.”[3]
Nitekim Allah Teâlâ, şu âyetlerinde insanın bir gaye çerçevesinde yeryüzüne gönderildiğini/yaratıldığını ve bu sorumluluk bilinci ile hareket etmesi gerektiğini buyurmuştur:
“İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır?!” (Kıyâmet, 75/36); “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zâriyât, 51/56).
Evet, sorumluluğunun bilincinde olan ve bu şuurla davranan insan, yeryüzünü ihya ve imar eder. Öncelikle Rabb’ine karşı sorumluluğunun farkında olan insan, özüne dönük olarak kulluk bilincine ve çevre bilincine sahip olur. Onu bu sorumluluktan uzaklaştıracak her türlü düşünce ve yaşantıdan uzak durur. Bu iz’an ve mefkûre doğrultusunda yaşamını dizayn etmek suretiyle bir hayat standardı tutar.
Rabbimiz her birimizi sorumluluklarının farkında olan, bu bilinçle yaşayan kullarından eylesin.
Kaynaklar:
[1] Kur'an Yolu Tefsiri (1-4 Âyetler), Cilt:5 Sayfa:646-647.
[2] Kur'an Yolu Tefsiri (5-6 Âyetler), Cilt:5 Sayfa:646-647.
[3] Diyanet Aylık Dergi, Sayı: Ağustos 2005.
Yazar: Yaşar ELARSLAN, Vaiz/Burdur İl Müftülüğü