ÖLDÜKTEN SONRA DA DÜNYADA KALACAK EN GÜZEL MİRAS: SADAKA-İ CARİYE VE VAKIF

Dünya hayatı, bizler için bir sınav sahnesi. Hepimiz bu sahnede belirli bir süre kalacak, ardından ahiret yolculuğuna çıkacağız. Ancak bazı iyilikler var ki, biz göçtükten sonra bile amel defterimizi açık tutuyor. İşte bu hayırlardan biri de sadaka-i câriye…
Peki, nedir sadaka-i câriye? Kısaca söylemek gerekirse, öldükten sonra da sevabı devam eden hayır işleridir. Bir cami yaptırmak, su kuyusu açmak, bir okul inşa etmek, faydalı bir kitap yazmak veya bir fidan dikmek… Bunların hepsi, biz bu dünyadan ayrıldıktan sonra bile bize sevap kazandırmaya devam eder.
Bu konuda Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Âdemoğlu öldüğünde amel defteri kapanır. Üç şey müstesna: Sadaka-i câriye, kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat.”
Yıllar önce açılan bir çeşmeden hâlâ insanlar su içiyor, diktiğimiz bir ağaç hâlâ gölgelik sağlıyor ya da öğrettiğimiz bir bilgi nesilden nesile aktarılıyor… İşte bunlar, sadaka-i câriyenin en güzel örnekleri. Bir insanın ölümünden sonra bile hayır defterinin kapanmaması ne büyük bir nimet!
Kur’an-ı Kerim’de de bu konuya işaret edilir: “Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, işte onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (Bakara, 2:274) Bu ayet, hayır işlerinde bulunanların asla zarara uğramayacağını, bilakis Allah katında büyük bir mükâfat beklediğini müjdelemektedir.
Sadaka-i câriyenin en güzel örneklerinden biri de vakıflardır. Tarih boyunca Müslümanlar, mal varlıklarını vakfederek topluma kalıcı faydalar sağlamışlardır. Osmanlı’dan günümüze uzanan vakıf kültürü, kervansaraylardan hastanelere, çeşmelerden medreselere kadar pek çok hayır kurumunu içinde barındırmıştır.
Peki, vakıf nedir? Sözlükte “durmak; durdurmak, alıkoymak” anlamındaki vakıf (vakf) kelimesi terim olarak “bir malın mâliki tarafından dinî, içtimaî ve hayrî bir gayeye ebediyen tahsisi” şeklinde özetlenebilecek, hukukî bir işlemle kurulan ve İslâm medeniyetinin önemli unsurlarından birini teşkil eden hayır müessesesini ifade eder. Bir kişi malını, mülkünü ya da gelir getiren bir varlığını vakfettiğinde, artık o mal sadece hayır işleri için kullanılmak üzere bağışlanmış olur. Bu mal, satılamaz, miras olarak bırakılmaz ve özel mülkiyet kapsamından çıkar. Amacı ise, topluma sürekli fayda sağlamaktır.
Bugün bizler de kendimize şu soruyu sormalıyız: Benim arkamda nasıl bir iyilik mirası kalacak?
Bazı insanlar büyük vakıflar kurarak camiler, okullar, hastaneler inşa ederken biz böyle imkanlara ulaşamayabiliriz. Peki, her Müslüman bir vakıf sahibi olabilir mi? Evet! Evimizi bir vakıf bilinciyle yönetmek, en küçük ölçekte bile vakıf ruhunu yaşatmak mümkündür.
Nasıl mı? Misafire Açık Bir Kapı: Evimizi ihtiyaç sahiplerine, öğrencilere, misafirlere açarak bir iyilik yuvası hâline getirebiliriz. İlim Vakfı Gibi Kullanmak: Evde çocuklarımıza, komşularımıza, akrabalarımıza faydalı bilgiler öğreterek bir ilim ocağına dönüştürebiliriz. Sadaka Dağıtım Merkezi Olmak: Evimizi, ihtiyaç sahiplerine sürekli yardım ulaştırdığımız bir merkez gibi kullanabiliriz. Bahçemizi Hayra Açmak: Eğer bir bahçemiz varsa, burayı meyve veren ağaçlarla donatıp, ürünlerini fakirlere ulaştırabiliriz.
Geçmişte Anadolu’da birçok insan, evinin bir odasını “vakıf oda” olarak ayırırdı. Yolcular, öğrenciler veya ihtiyaç sahipleri burada konaklayabilir, yemek yiyebilirdi. Günümüzde belki böyle bir uygulamaya doğrudan sahip olamasak da, evimizi iyiliğin merkezi hâline getirmek elimizde.
Allah Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurur: “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır.” Bu hadisten hareketle, evimizi sadece dört duvar arasına sıkışmış bir yaşam alanı olarak değil, bir hayır merkezi gibi görmeyi deneyebiliriz. Unutmayalım, iyiliğin büyüğü küçüğü yoktur; önemli olan niyetimizin Allah rızası için olmasıdır. Dünya fani, ama sadaka-i câriye ebedidir… Evimiz de bir vakıf gibi bereketli olabilir. Rabbimiz hanelerimizi huzur ve hayır merkezi eylesin.
Burdur İl Müftülüğü