NOEL, ÇAM AĞACI VE NOEL BABA EFSANESİNİN ARKA PLANI
YENİ YIL VE MÜSLÜMAN
Bizleri Müslüman bir beldede, müslüman bir anadan-babadan dünyaya getiren, daha dünyaya gelir gelmez sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunarak ismimizin dualarla, tekbirlerle verildiği, beş vakit ezanımızın okunduğu camilerin ve minarelerin kapsam alanında yetişmemizi nasip eden Cenab-ı Hakk’ka sonsuz şükürler olsun. O son ve mükemmel din olan İslam’ı insanlığa tebliğ eden ve bize kadar eksiksiz bir şekilde ulaşmasına vesile olan Resulü Zişan Efendimize sonsuz salat ve selam olsun.
Özellikle son iki asırda dünya sathında İslam coğrafyasının bir takım sıkıntılar yaşadığı malumdur. Ancak müslüman coğrafyaların yaşadığı bu sıkıntıların temelinde dışarıdan direkt olarak gelen tazyiklerin ve kötülüklerin değil, müslümanların arasına atılan fitne tohumlarıyla, algı ve propaganda yöntemleriyle içine sürüklendiği kültürel yozlaşmanın sebep olduğu inanç ve ahlak buhranlarının dikte ettiği tefrikaların daha büyük sıkıntılara sebep olduğunu söyleyebiliriz. Yani bir anlamda “egemen güçlerin” İslam coğrafyasındaki müslüman çocuklarının/ nesillerinin, ailelerine, kültürüne ve değerlerine yabancılaşması için bütün medya araçlarıyla ve var güçleriyle çalıştıkları gün gibi aşikardır. Tabi ki bu propagandalarını “ilerici/medeni” diye tarif ettiği Avrupa milletlerinin yaşam şeklini taklit ve kabul etmenin, gelişmenin, ilerlemenin tek yoluymuş gibi sunulması da tabiri caizse bu işin bonusu/eşantiyonu olmuştur.
Elbette bu coğrafyada Müslümanların başı dik alnı açık bir şekilde yaşayabilmesi öz değerlerine sahip çıkarak eşsiz medeniyetin yüklediği sorumluluklarını yerine getirmesine bağlıdır. Bu noktada Müslümanlar açısından sahih dini bilgiye sahip olmak kritik önemdedir. Nitekim İslam son ve mükemmel din olarak insanlığa sosyal, kültürel, teknolojik her alanda gelişmenin daima önünü açmış, düşünmeyi, tefekkür etmeyi, aklı kullanmayı teşvik etmiştir. İlmi, bilgiyi müslümanın “yitiği” olduğunu tasvir etmiş, nerede bulursa alması gerektiğini ifade etmiştir.
Gel gör ki Müslümanlar, yaşadığı savaşlar, maruz kaldığı durumlar yanında sözüm ona “medeni” dünyanın hükmettiği teknolojinin kendi dünyalarının dışındaki bütün insanlığı yok etme hedefleri karşısında, bilimden, teknolojiden uzak kaldığı gibi aynı zamanda sahih dini bilgiden de mahrum bırakıldılar. Bu da İslam coğrafyasını zihni ve kültürel yozlaşmaya (görece) açık hale getirdi.
Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Mübin’de müslümanları şöyle uyarıyordu. “O size kitapta şunu indirmiştir. Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini, yahut onların alaya alındığını işittiğiniz zaman onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın. Aksi takdirde siz de onlar gibi olursunuz. Allah elbette münafıkların ve kafirlerin tamamını cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa Suresi,140)
İnsan çevreden etkilenen bir varlıktır. Fiziki yakınlığın ve benzeşmenin zihni ve itikadi yakınlığı ve benzeşmeyi beraberinde getireceği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Nitekim Peygamberimizin (s.a.v.) “Kim bir kavme benzerse onlardandır.”(Ebû Dâvûd, Libâs, 4.) buyruğu da bu gerçeği ortaya koyuyor. Dolayısıyla müslümanların, Kur’an’ın gösterdiği hayat ilkeleri ve insanlığa sunduğu ahlaki prensipleri dışında kendisine dikte edilen her türlü yaşam tarzına hayır diyebilmelidir.
Nitekim kültür, toplumun idealize ettiği değerlerin din ile birleşmesinden bir bedende ete kemiğe bürünmesinden meydana gelmektedir. Bu ikisini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Eğer din ve kültür birbirinden ayrılmaya kalkılırsa kültürle beraber din de değiştirilmeye kalkışılmış olur. Bedene ait organlarını parça parça kaybeden din de milletin hayatından çıkar gider. Onun yerine yeni kültürün dini ya da dinsizliği ortaya çıkar. Ya da her yaşam şekli kendine bir inanç sistemi oluşturur. “İnsanlar, inandıklarını yaşamazlarsa yaşadıklarına inanmaya başlarlar” sözü de bu gerçeğe işaret eder. Bu noktada Kur’an bizi yine uyarıyor ve buyuruyor ki: “Bu, Allah’ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe (Allah’ın da o nimeti) değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah hakkıyla işiten ve her şeyi bilendir.” (Enfal, 53.)
Müslüman için akıldan sonra insana verilen en büyük nimet “İman” nimetidir. Allah durup dururken bir topluma verdiği nimeti almıyor. O halde imanın gereği olarak, Allah’ın meşru görmediği hayat tarzlarına kapalı olmalıdır müslüman. Bu bağlamda nereden bakarsak bakalım yılbaşı (Noel kutlamaları) Hz. İsa’nın doğumu anısına kutlanan bayramı simgelemektedir. Tabi ki bu bir simgeden ibarettir. Nitekim Katolik Hıristiyanlarına göre Hz. İsa’nın doğumu 25 Aralık, Ortadoks Hristiyanlara göre ise 6 Ocak günüdür. Esasen tam günü de belli değildir. Nisan-Mayıs aylarındaki bir zamana denk geldiğini söyleyenler de vardır. 25 Aralık eski Roma’da güneşle ilgili kutsal bir günü simgelemektedir.
Diğer yandan Noelde çam ağacı süslemeleri 16 yy.da Kuzey Avrupa’da ortaya çıkmış, Kuzey Avrupa halklarının Hristiyan olmasıyla birlikte Hristiyan geleneğindeki “ hayat ağacı”nı temsilen Hz. İsa’nın doğum gününde süslemek dallarına çeşitli hediyeler asmak adeti ortaya çıkmıştır. 18 yy.’da da bütün Hristiyanlarca benimsenmiş ve folklorik bir törene dönüşmüştür.
Bunun yanında “Noel baba” ilk defa 1605 yılında Almanya’da uydurulan bir efsanedir. Bu efsaneye algı yoluyla yüklenen güç sayesinde (güya iyiliksever ve hoşgörü sahibi) çocukların hatta yetişkinlerin dikkatleri ve inançları boş bir zemine çekilmektedir. Tahrif edilmiş, değiştirilmiş İncil ve öğretileri ile Hz. İsa adeta bir kenara bırakılmış, efsanevi kişilik Noel Baba ön plana çıkarılmıştır.
Dolayısıyla sağlam bir temeli olmayan, efsanevi bir kişilik, dikkat çekme ve algı oluşturma yoluyla İslam dünyasına da pazarlanmıştır. Esasen bu hem Hristiyan dünyası hem de tüm dünya açısından da dinsel ve kültürel bir yozlaşma olarak görülmelidir. Nitekim insanlığın ıslahı için gönderilmiş bir Peygamber’in doğum gününün lüks, israf ve çılgınlıklarla dolu gayri meşru ve gayri ahlaki davranışlar içerisinde geçirilmesinden Allah’ın razı ve hoşnut olduğunu hiçbir akil kişi düşünemez. Bu bakımdan toplumumuzda ve diğer İslam toplumlarında “yılbaşı kutlamaları” adı altında yapılan eğlence programlarının, çam ağacı süslemelerinin vs. hiçbir kültürel, geleneksel ve dini altyapısı mevcut değildir. Dolayısıyla yılbaşı kutlamaları batıyı körü körüne taklit etmekten ve Hristiyan batı kültürünü İslam ülkelerine ithal edip pazarlamaktan başka bir şey değildir.
Sevgili Peygamberimizin (s.a.s) ashabına, diğer milletlere ve yanlış davranışlarına karşı bir bilinç ve şuur kazandırmak için büyük gayretler gösterdiği herkesçe malumdur. Onun kılık kıyafet, öz bakım, yeme-içme alış veriş gibi hemen her konuda tavsiyelerde bulunduğunu biliyoruz. Yani dinimiz İslam, insanın doğumundan ölümüne kadar hayatının her safhasında kendisine bir yaşam şekli sunmaktadır.
Bir müslüman bu durumları göz önüne aldığında yılbaşı kutlamalarının sıradan bir kutlama olmadığının farkına varıp bu çılgınlıkların ve haddi aşmanın hiçbir şekilde tasvip edilmeyeceğinin bilincinde olmalıdır.
Özellikle geleceğimizin teminatı olan yavrularımızın ve gençlerimizin zihin dünyasında kültürel tahribata ve kimlik bunalımına yol açan, öz değerlerinden kopartılarak batı dünyasının hayat tarzına alıştırılan, onların inanç sistemlerini benimsemeyi özendiren bu yılbaşı kutlamaları ve Noel ağacı süslemeleri gibi davranışlar mutlaka terk edilmelidir. Güzel bir şeymiş gibi defalarca önümüze getirenlere de kulak verilmemelidir.
Konuyu zulüm ve adalet kavramları çerçevesinde değerlendirmekte mümkündür. Kısaca ifade edecek olursak, “Zulüm, dinin ahlakın ve hukukun koyduğu sınırları aşmak suretiyle bir şeyin olması gerektiği yerde bulunmamasıdır. Adalet de hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun bir şekilde bir şeyin olması gerektiği yerde bulunmasıdır” diye tarif edilmiştir.
İnsanlığa hak ve hakikat yolunu göstermekle görevlendirilen bir peygamberin doğum gününü içki, kumar, israf, çılgınlık ve gayri ahlaki tutum ve davranışların sergilendiği bir yaşam tarzına yönelmeye ve yöneltmeye vesile kılmak asla kabul edilebilir bir şey değildir.
Rahmet elçisi peygamberlerin tebliğ ettiği değerler, insanın dinini, aklını, malını, canını ve onurunu koruyan muhafaza eden değerlerdir. Bu değerlere gösterilmesi gereken hassasiyetlerin gösterilmemesi bu değerler için bir zulüm olduğunu göz ardı edemeyiz. Bizler müslümanlar olarak helal haram ölçülerine riayet etmek durumundayız. Helal haram ölçülerine dikkat edilmeyen her türlü eğlencenin davranışın dinimize aykırı olduğunu idrak etmek durumundayız. Bizi millet yapan maddi manevi bütün değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Her türlü yanlışın karşısında olmak durumundayız. Bunun karşısındaki bir tutum ve davranışın zulme ve zalime meyletmek anlamına gelebileceğini hatırımızdan çıkarmamalıyız. Nitekim Cenab-ı Hakk şu ayetiyle insanlığı uyarıyor. “Zulüm/haksızlık yapanlara en ufak bir meyil göstermeyin. Sonra ateş sizi de yakar. Allah'tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz. (Hud Suresi,113) Bu nedenle her müslüman dinimizin emir ve yasaklarına gereken önemi, özeni ve ihtimamı göstermek durumundadır. Aksi takdirde zulme ve zalime meyil etmiş demektir.
Öte yandan bizler yılbaşını kutlar, içki, kumar vb. gayri ahlaki bir hayat tarzını benimseyip, bir boş vermişlik havasında olur, böyle bir tutum sergilersek ya da bu şekilde davrandığımızda uygar ve medeni olacağımızı varsaysak bile -gördüğümüz ve tecrübelerimiz bunun aksini ispatlıyor - Cenab-ı mevlamız bize kıyamete kadar değişmeyecek bir gerçeği şöyle hatırlatıyor.
“Sen onların dinine uymadıkça Yahudiler de Hristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki asıl doğru yol Allah'ın yoludur. Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki, artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır. (Bakara,120)
Sonuç olarak diyebiliriz ki Müslüman her anını Allah için yaşar. Sadece Allah'ın emir ve tavsiyelerini temel alır. Allah'ın yasakladığı her türlü iş, tutum ve davranışlardan uzak durur. Yeni yıla girmek başka milletlerin hayat tarzlarını benimsemek olmamalıdır. Yeni yıla girmek çılgınca eğlenmek adına Allah'ın yasak kıldığı içki kumar zina ve fuhşiyat gibi gayri ahlaki hayat tarzlarına yönelmek olmamalıdır. Zaten dünyaya bunun içinde gönderilmedik. Yeni yıl bir muhasebe zemini olmalıdır. Yeni yıl geçmişte yaşananlardan ders çıkarmak geleceği en güzel şekilde geçirebilmek için çaba ve gayretin vesilesi olmalıdır. Miladi yeni yılın ülkemize milletimize alemi-islama ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini temenni ediyoruz.
Burdur İl Müftülüğü Bülten