Flaş Haber Yeni

BURDURLU SANATÇI HÜSEYİN ÖZDEMİR, YAŞANMIŞLIKLARI TÜRKÜLERE DÖKÜYOR

BURDURLU SANATÇI HÜSEYİN ÖZDEMİR, YAŞANMIŞLIKLARI TÜRKÜLERE DÖKÜYOR

BURDURLU SANATÇI HEM ÇALIYOR HEM SÖYLÜYOR HEM DE YAZIYOR

Burdur’da yaşayan Hüseyin Özdemir yöresel türküler söylüyor, kendi bestelerini yazıyor. Burdur’un Tefenni İlçesi Başpınar Köyü’nde doğan Hüseyin Özdemir 63 yaşında yöresel türküler çalıyor, söylüyor aynı zamanda besteler yazıyor. Müziğe 12 yaşlarında başlayan Özdemir; Cura, bağlama, kabak kemane gibi yöresel çalgılar çalıyor.

Uzun yıllar öğretmenlik yapan 2018’den bu yana da kendi türkülerini söylemeye başlayan ve 14 tane eseri olduğunu dile getiren Hüseyin Özdemir müzikle nasıl tanıştığını anlattı: “Müzikle ilk tanışmam, babamın alacak karşılığı küçük bir cura almasıyla başladı. 15-20 gün içerisinde kendi kendime cura çalmayı öğrendim. Yetiştiğimiz yöre köy olduğu için, ilkokulu şehirde de okusak, yazları sürekli köydeydik. Zamanımız köyde; ovalarda, yaylalarda, doğayla iç içe geçiyordu. Şu anda aklıma gelen esinlendiğim türküler de genelde geçmiş yaşamların dile gelmesi.”

"Müzik benim için bir yaşam biçimi"

Müziğin onun için bir yaşam biçimi olduğunu çocukluğundan bu yana müzikle ilgilendiğini aktaran Özdemir: “Ailem, çok gürültü yaptığım kanaatindeydi. Ne zaman bu çabalarıma bir değer gördüm derseniz. Yaptığım iş görülmeye, duyulmaya başladıkça herkes şaşırdı. 2018’de bir gece nereden aklıma geldiyse, sözleriyle beraber müzikler aklıma geldi. Gecenin yarısında kalktım cep telefonuma kaydettim. Var olan eserlerim yaşanmışlıklar üzerine. Müzik benim için bir yaşam biçimi. Çocukluktan bu yana çok içindeydim. Hem enstrümanlarla, hem söylemek ve çalmakla. Müziksiz ve kitapsız bir hayat düşünemiyorum.” dedi.

“Hangi yörede yaşıyorsanız o yörenin kültürünün de sahibi olmalısınız" 

Yöresel çalgıların çocuklara öğretilmesi gerektiğinin altını çizen Özdemir konuşmasında şunları kaydetti; “Aslımızdan kopmamamız lazım. Çocukların ve yetişkinlerin anlamını bilmediği müzikleri dinlediklerini düşünüyorum. Sümer Ezgü’nün bir programı vardı. Çocuklara küçük yaştan itibaren yöresel çalgılarla alakalı eğitim veriliyordu. Onun sayesinde böyle bir program başladı. Bu yörenin kültürünün bitmemesi, devam etmesi lazım. Teke yöresi dediğimiz yöre hala el değmemiş bir şekilde duruyor. Bu topraklardan hala eserler çıkabileceği kanaatindeyim.  Hangi yörede yaşıyorsanız o yörenin kültürünün de sahibi olmalısınız.”

Bekir Efe'nin hikayesini anlattı

Bestelediği türkülerden birinin hikayesini gazetemize verdiği röportajda anlatan Hüseyin Özdemir o duygu dolu hikayeden şu şekilde bahsetti:

“Burdur Kurtlar Köyü’nde 70-80 sene önce geçen bir olay. Güney kasabasının karşısında bir köy, hikayenin kahramanı Bekir, öksüz büyüyen bir delikanlı. Askerlik çağında köyünden Burdur’a çıkıyor tayini. Burdur’da acemiliğini bitirdikten sonra geri köyüne izni için dönerken Yarışlı Beyleri Bekir’i arazilerinden geçirmek istemiyorlar. Taciz edip dövüyorlar. Çocuk daha sonrasında kurtuluyor onların ellerinden. Yarasını beresini annesi iyileştirdikten uzun bir zaman sonra tekrar geriye geliyor. Bir gün nöbetinde silahlarıyla mermileriyle beraber firar ediyor. Daha sonra yine aynı yollardan dönerken Yarışlı Beylerini gidip buluyor. Kendisini döveni öldürüyor. Ondan sonra da dağa çıkıyor. Efe olmuş oluyor bu sayede. Bölgesi’nde Yeşilova’nın Eşeler Dağı, bu dağda çobanlardan yiyeceğini içeceğini temin ediyor. Yeşilova’da babasının bir asker arkadaşı varmış, berber. Berberde Bekir’e yiyecek içecek götürüyor, tıraş ediyor. Atla heybesini doldurur gidermiş. Dönüşte boş dönünce komşu bundan şüpheleniyor. ‘berber gidiyorsun dağa heyben dolu, dönüşün boş. Bu nedir?’ diyorlarmış. Komşusuna güvenip bu sırrını söylüyor berber. Tabi bu arada Yarışlı Beylerinin de ailesi beyi öldürenin başına 100 altın ödül koyuyor. Altın fazla olunca komşusu diyor ki berbere; “Sen nasıl olsa bunu tıraş etmeye gidiyorsun. Gittiğinde bunu oturduğu yerde boğazına usturayı çekersin, bunu götürürüz ödülü alırız.’ diyor. Bunun yanında bu olaya Yeşilova’nın o zaman ki emniyet güçlerinden olan zabit de o da giriyor. ‘siz bunun kafasını kesin, kendi aramızda hallederiz.’ diyor. Berber bir gün bir ardıç ağacının altında tıraş ederken kafasını koparıyor Bekir Efe’nin ve heybeye koyuyorlar bunu götürüp yarışlı beyine veriyorlar. O zamanın zabiti uyanık ‘siz şimdi katil oldunuz, ben sizi yakalamak zorundayım’  diyor. Bunların önünden gidiyor kandırıyor. Parayı alıyor, tayin isteyip çekip gidiyor. Bu ikisi katil olmuş oluyor ama bunu bilen yok tabi üçünün arasında. Annesi duyunca Bekir Efe’nin başına geleni ağıtlar yakıyor, yaslar ediyor. Bunun yanında 5-6 sene geçince Yarışlı Köyü’nde bir selde Bekir Efe’nin kafası bir derenin içinde meydana çıkıyor. E tabi olayda bilindiği için adamları da sıkıştırıyorlar. Gövdesinin de Eşeler Yaylası’nda bir ardıç ağacının altına gömüvermişler. Sonuçta acıklı bir olay yaşanıyor. Bu olayı da Yeşilova’nın zamanın Halk Eğitim Müdürü Neşat Gökoğlan diye bir öğretmen abimiz kitabına yazmış ‘Horozlu Bekir Efe’ diye o kitabı da bana getirdi. Kaba haldeydi yani, ben düzenlemesini yaptım.  Bu kitap roman olarak ‘Horozlu Bekir Efe’ diye yayınlandı. Aradan sanırım 2 sene falan geçmişti. Bir gün evden işe giderken nerden aklıma geldiyse Bekir Efe aklıma geldi. O anda yolda sözler birer birer döküldü.”

Hale Pak-Melisa Adınısever (ÖZEL HABER)